top of page

Tembellik hakkı

  • Yazarın fotoğrafı: Sema Bozyel
    Sema Bozyel
  • 20 Eki
  • 3 dakikada okunur

Paul Lafargue (1842–1911), Küba’nın Santiago de Cuba kentinde dünyaya gelmiş Fransız bir sosyalist düşünür, yazar ve aktivist. Fransa, Afrika ve Karayip'in birleştiği çok kültürlü bir ailede doğmuş. Genç yaşta Avrupa’ya giderek tıp eğitimi almış. Paris’te öğrenciyken dönemin radikal politik hareketleriyle tanışmış ve özellikle Karl Marx’ın düşüncelerinden çok etkilenmiş. İlerleyen yıllarda Marx’ın kızı Laura Marx ile evlenerek Marx ailesinin bir üyesi olmuş.


Lafargue, yaşamı boyunca işçi sınıfının özgürleşmesini, emeğin sömürülmesine karşı kolektif bilinci savunmuş. Ancak O'nun yaklaşımı, sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve ruhsal özgürleşmeyi de içeriyor. En bilinen eseri olan “Tembellik Hakkı” (1883), kapitalist düzenin “çalışma”yı kutsallaştıran ahlak anlayışına yöneltilmiş keskin bir eleştiridir. Bu kitap, O'nu yalnızca bir Marksist düşünür değil, aynı zamanda modern yaşamın hızına, üretim takıntısına ve tükenmişlik kültürüne karşı çıkan felsefi bir isyancı haline getirmiş.


Yaşamının son döneminde eşi Laura ile birlikte Paris yakınlarında sade bir hayat sürmüş. 1911 yılında, bilinçli bir kararla intihar ederek hayatlarına son vermişler ve geriye şu satırları bırakmışlar: “Hayatı sevdik; ama yaşlılığın düşkünlüğünü yaşamak istemediğimiz için gitmeyi seçiyoruz.” Bu seçim, onların yaşam boyu savundukları özgürlük, bilinç ve onur ilkelerinin son bir ifadesi olarak görülmüş.


Tembellik Hakkı’nda Lafargue, modern toplumun en köklü yanılsamasını hedef alıyor: Çalışma kültü. Ona göre, sanayi devrimiyle birlikte “çalışmak” yalnızca ekonomik bir zorunluluk değil, aynı zamanda ahlaki bir görev haline getirilmiştir. İnsanlar artık çalışkanlıkla övünmekte, tembellikten utanmaktadır. Oysa bu, sistemin ustaca kurduğu bir tuzaktır; çünkü insan emeğini sömürmenin en kolay yolu, onu kutsal bir değer gibi göstermektir.


Lafargue, bu durumu keskin bir ironiyle şöyle dile getiriyor: “Kapitalist toplumda çalışma, insanın kendisini yok ettiği bir delilik haline gelmiştir.” İnsanlar, üretimin ve tüketimin içinde kaybolarak yaşamın özünden uzaklaşıyor. Günün büyük bir kısmını kazanç uğruna harcıyor, kalan azıcık zamanında da yeniden çalışabilmek için dinleniyor. Bu döngü, insanı mekanikleştirip doğadan, bedenden, düşünüp sorgulamaktan koparıyor.


Lafargue’nin bahsettiği “tembellik” eylemsizlik değil, doğal ritme dönmek anlamındadır. İnsan, doğası gereği sadece üretmek için değil, yaşamak, düşünmek, sevmek, oynamak ve yaratmak için vardır. Ancak kapitalizm, bu insani yönleri değersizleştirir. Lafargue, insanların günde üç saatten fazla çalışmaması gerektiğini savunuyor. Bu radikal öneri, üretimi düşürmek için değil; insanların kalan zamanda gerçekten “yaşayabilmeleri” için sunulmuştur.


“İnsan tembellik hakkını talep etmelidir, çünkü gerçek özgürlük boş zamanda nefes alır.”


Bu yaklaşım, yalnızca bir ekonomik reform değil, aynı zamanda içsel bir devrim çağrısıdır. Lafargue’ye göre, insanın kendisiyle yeniden temas kurabilmesi için boş zaman, tıpkı hava kadar gereklidir.


19. yüzyılda sanayi devriminin Avrupa'da yayılmasıyla makineler üretimi olağanüstü hızlandırmıştı. Bu durum, insanın daha az çalışarak daha rahat yaşamasına olanak sağlayabilirdi. Ancak sistem rekabeti teşvik ediyordu ve insanlar daha çok çalışmak zorunda kaldı. Lafargue’ye göre bu, sistemin en büyük ironisidir: İnsan emeğini hafifletmesi gereken teknoloji, insanı daha da köleleştirmiştir.


Bunun sonucu, hem doğanın hem de insanın tükenişidir. Daha çok üretmek için daha çok tüketen, daha çok tüketmek için daha çok çalışan bir toplum ortaya çıkmıştır. Lafargue, bu kısır döngüyü “çalışma dini”nin sonucu olarak görüyor ve insanı yeniden sade, bilinçli bir yaşama çağırıyor. Bu bakımdan Tembellik Hakkı, yalnızca bir sosyalist metin değil, aynı zamanda bir ekolojik bilinç manifestosudur.


Lafargue, kitabında kadın emeği konusuna da değiniyor. 19. yüzyılın fabrikalarında kadınlar ve çocuklar uzun saatler boyunca düşük ücretlerle çalışmak zorundaydı. Ona göre bu durum, yalnızca ekonomik bir sömürü değil, toplumun manevi dokusunun da zedelenmesidir. Aile bağları, sevgi, oyun ve bakım gibi değerler üretken sayılmadığı için küçümsenmiştir. Lafargue, bu değerlerin kaybını toplumun çürümesinin başlangıcı olarak görüyor. O'na göre gerçek refah, üretimin artmasıyla değil, yaşam kalitesinin artmasıyla ölçülür. Bir toplumun ilerlemesi, insanların ne kadar çok ürettiğiyle değil, ne kadar huzurlu, yaratıcı ve özgür yaşadığıyla ilgilidir.


Aradan yüz otuz yıl geçmiş olmasına rağmen, Lafargue’nin fikirleri bugün her zamankinden daha güncel. Modern insan hala “çok çalışmakla” övünüyor, kendine vakit ayırmaktan suçluluk duyuyor. Teknoloji işleri kolaylaştırmak yerine insanı sürekli meşgul tutuyor. Sosyal medya, kişisel gelişim ve üretkenlik kültürü insanı “verimli” olmaya zorluyor.


Hiçbir şey yapmadan var olabilmek, sessizlikte kalabilmek, doğada zaman geçirmek, sevdiklerimizle bir şeyler paylaşmak, gülmek, düşünmek... Lafargue’nin savunduğu “tembellik” tam olarak böyle. O'na göre, çalışma çılgınlığından kurtulmak, insanın yeniden kendisi olmasının tek yolu.


Paul Lafargue’nin Tembellik Hakkı kitabı, üretim ve verimlilik takıntısına karşı yazılmış güçlü bir eleştiridir. O, tembelliği bir suç değil, bir hak olarak görüyor; çünkü O'na göre, insanın asıl görevi üretmek değil, yaşamaktır.


Lafargue’nin sesi, bugün bile çalışma saatlerinin, performans hedeflerinin, tüketim baskısının arasında yankılanıyor: “Gerçek özgürlük, boş zamanın içinde nefes alır.”

Onun mirası, sadece bir sömürü sistemi eleştirisi değil; bedenin, ruhun ve bilincin özgürleşmesi için yazılmış bir çağrıdır. Kısacası, ‘'tembellik hakkı’' insanın yeniden insan olma hakkıdır.

 
 
 

Yorumlar


bottom of page