Bilinçli ve bilinçsiz eylemler
- Sema Bozyel
- 10 Kas
- 3 dakikada okunur
''Bilinç'' kelimesini bu yazımda ''varlığın farkında olan'' ve otomatik tepkilerin ötesinde, davranış ve tutum alternatifleri arasında seçim yapabildiğimiz alan olarak ele alıyorum. ''Bilinçli olmak'' derken kastettiğim, eylemlerimizi ve söylemlerimizi fark ederek ortaya koymak, gerektiğinde hiçbir şey yapmadan durabilmek.
Davranışlarımızı etkileyen birden fazla faktör var. Bunlardan biri, genetik yatkınlıklarımız. Örneğin, annenizin karnındayken anneniz çok yoğun strese maruz kaldıysa ve bu stresi regüle edemediyse, siz de yetişkinlikte genellikle sinir sistemi gergin bir yapıya sahip biri olabilirsiniz. Bu durum, dışsal uyaranlardan diğer insanlara göre daha çabuk etkilenmenize ve stres altında daha yoğun tepkiler vermenize yol açabilir.
Bir diğer faktör, öğrendiklerimiz. Eğer bir sorunla karşılaştığında bağıran ya da ağlayan ebeveynlerle büyüdüyseniz, yetişkinlikte benzer durumlarda siz de aynı davranışları tekrarlayabilirsiniz. Çünkü zihin, gözlemlediği tepkileri “doğal” kabul eder ve bu kalıplar zamanla bir refleks haline gelebilir.
Toplumsal değerler de davranışlarımız üzerinde güçlü bir etkiye sahip. İçine doğduğunuz toplumda kız çocuklarının “sessiz, uyumlu ve nazik olması” bir erdem sayılıyorsa, büyüdüğünüzde sınır koymakta zorlanan, kendi ihtiyaçlarını dile getiremeyen ve başkalarını memnun etmeyi öncelik haline getiren biri olabilirsiniz.
Geçmiş deneyimler ise davranışlarımızın yönünü belirleyen bir başka güçlü etken. Örneğin, çocukken duygularınızı ifade ettiğinizde eleştirilen veya cezalandırılan biriyseniz, yetişkinlikte duygularınızı bastırma eğilimi gösterebilirsiniz. Tam tersi şekilde, sevgi dolu bir ortamda büyüdüyseniz, ilişkilerinizde daha açık ve net davranışlar sergileyebilirsiniz.
Belleğimizde kayıtlı duygusal izler de farkında olmasak da davranışlarımızı yönlendirir. Çocuklukta yaşanan ve güçlü bir kaygı durumu yaratan bir olayın benzerini yetişkinlikte yaşadığımızda bedenimizde aynı tepkiler (kalp çarpıntısı, kasılma, huzursuzluk gibi) ortaya çıkabilir. Yaşadığımız olaylar, zihnimizde canlanmasa da bedenimizde canlanabilir. Bu nedenle geçmişte yaşanan duygusal deneyimler, bugünkü tepkilerimizin temelini oluşturabilir.
Bir çocuk, ebeveynlerinin öfkesini bastırarak yaşadığını gözlemliyorsa büyüdüğünde öfkesini ifade etmeyi “tehlikeli” bir davranış olarak kodlayabilir. Bir diğeri, yalnızca başarılı olduğunda seviliyorsa hayat boyu sevilmek için “hep daha iyi olma” çabası içinde olabilir. Küçükken “ağlama, güçlü ol” söylemine çokça maruz kalan biri, yetişkinlikte duygusal olarak kopuk, ama dışarıdan güçlü görünen bir kimlik geliştirebilir.
İhtiyacımız olmamasına rağmen elimizin sürekli telefona gitmesi, önümüze gelen bir kase çorbanın tadına bakmadan içine tuz atmak, tırnaklarımızı yemek, parmaklarımızı çıtlatmak, eleştiri aldığımızda hemen savunmaya geçmek, biriyle sohbet ederken aklımızın başka bir yerde olması ve buna engel olamamak da bedenin ve zihnin otomatik pilotta olduğu bilinçsiz eylemlerimize örnek.
Bilinçsiz davranışlarımızı “ben buyum”, “huyum böyle” diyerek tanımladığımızda, aslında kendimizi dönüşümden uzaklaştırıyoruz. Bir öfke patlamasını “sinirliyim”, bir içe çekilmeyi “utangaç biriyim” diye açıklamak, eylemlerimizin üstünde hakimiyet kurma fırsatını elimizden alıyor. Oysa ''karakter'' ya da “huy” olarak adlandırdığımız birçok şey birer ezberden ibaret.
Kişisel deneyimim, bilinçsiz davranışlarımın sebeplerini bulmaya çalışmanın beni doğru bilgiye götürmediği şeklinde. Geçmişimizi kısıtlı ve yanlı hatırlıyoruz. Üstelik geçmişi nasıl hatırladığımız da zaman içinde değişiyor. 10 yıl önceki bir anımızı bundan 10 yıl sonra şimdi hatırladığımız şeklinden çok daha farklı hatırlayabiliriz. Hatırladıklarımızı yorumlama biçimimiz de bundan 10 yıl sonra başka, 20 yıl sonra daha başka olacak. Üstelik ''Ben şu olaydan dolayı böyle olmuşum.'' bakış açısının davranışlarımızı meşru bir zemine oturtması bir yana, o olayın kafamızda sürekli dönüp durması ve bizi yaşadığımız andan koparması diğer yana.
Benim yolum, ''Bilinçsiz eylemlerini fark et; oraya bilincini taşımak için ne yapman gerektiğini öğren ve uygula.'' oldu. Diğer çok sayıda yöntemin birçoğunun içinden merakla ve özenle geçtim; ancak kalıcı bir sonuç elde edemedim.
Yoga, dans ve meditasyon gibi uygulamalar bedenimizi ve bedenimizle durduğumuz alanı fark etme pratikleridir. Asana uygulamasında, bir duruşun içindeyken fark ettiğimiz direnç, sabırsızlık ya da mükemmel görünme kaygısı, yaşamın içinde benzer durumlarla nasıl başa çıktığımızın bir yansıması. Matın üzerindeki gözlem, zamanla yaşamın içindeki gözlemle örtüşür. Yaşamın içindeyken asana deneyimlerimizi ve gelişim yöntemlerimizi hatırlarız. Her yeni nefeste bedeni daha ince ayarda algılamak, bize zihnin çağrışımlarını fark etmeyi ve onları yargılamadan izlemeyi öğretir.
Dans, bedenimizi özgürleştirirken zihnimizin kontrolünü gevşetir; bastırdığımız ya da algılayamadığımız duygularımızın yüzeye çıkmasına ve bedenimizden dışarı akmasına yol olur. Ritmin içinde hareket etmek, her yöne gitmek isteyen enerjimizi serbest bırakır; dille ifade edemediğimiz hislerimizin, bedenimizin bütünüyle dile dökülmesini mümkün kılar. Böylece, iç dünyamızda neler olup bittiğine şahit olur, bir başkasının anılarını dinler gibi tarafsızca kendimize bakarız.
Meditasyon uygulamaları ise düşüncelerimizle özdeşleşmek yerine onlara tanık olma becerimizi geliştirir. Yani, düşüncelerimizin büyük bir kısmını bilinçli bir şekilde üretmediğimizi, onların geçmişimizin izleri olduğunu fark etmemizi sağlar. Bu fark ediş, davranışlarımızı yönlendiren zihinsel kalıpları görmemizi ve eylemlerimizi bilinçli seçimler olarak gerçekleştirmemizi sağlar. Zamanla, hangi davranışımızın geçmişten, hangisinin şu andaki gerçek ihtiyacımızdan geldiğini ayırt etmeye başlarız.
Bilinçli eylem, ''niyetimizin farkında olmak'' demek. Bir şeyi “neden” yaptığını bilmek, o eylemin enerjisini tamamen değiştirir. Bilinçsiz eylem, geçmişin gölgesinde bir tekrar; bilinçli eylem ise şimdinin ışığında bir seçimdir.
M.Ö. 300'lerde kaleme alınan Bhagavad Gita'da, Karma Yoga’nın tanımı “eylemin içindeki beceri” olarak karşımıza çıkar. Yani, bilinçli şekilde gerçekleştirilen her eylem yogadır. Bilinçli şekilde gerçekleştirilen bir eylem varsa o anda ne içeride ne de dışarıda bölünme yoktur; o zaman her şey tamdır.
Özgürlük, açık denizlerde, balta girmemiş ormanlarda, bulutların üstünde ya da dağların tepesinde değil; özgürlük, dört duvar arasında parmaklarımızla dokunduğumuz, gözümüzü çevirdiğimiz, sözümüzü ilettiğimiz her yerdedir; eğer değilse de başka hiçbir yerde bulunamaz.








Yorumlar