Arzular ve ihtiyaçlar
- Sema Bozyel
- 13 Eki
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 14 Eki
Yaşam yolculuğumuzda yönümüzü belirleyen iki temel içsel kuvvet: Arzular ve ihtiyaçlar. Bu iki kavramı sık sık birbirine karıştırıyoruz; oysa biri zihnin, diğeri bedenin işi. Arzular, düşüncelerden, toplumsal kalıplardan, geçmiş deneyimlerden ve öğrenilmiş bilgilerden doğar. İhtiyaçlar ise, doğrudan varoluşun kendisinden gelen yalın bir çağrıdır.
Arzu, zihinsel bir tasarıma dayanır. ''Bana iyi geleceğini düşünüyorum.'', ''Olması lazım.'', ''Olursa çok iyi olacak.'', ''Yapmam gerekiyor.'' gibi cümleler zihnin geleceğe dair bir çeşit projeksiyonudur. Zihin, geçmiş deneyimleri ve koşullandırmaları kullanarak bir gelecek kurgular. Bu yüzden arzu, çoğu zaman geçmişin yankılarıyla şekillenmiş hayallere ulaşmak için ortaya çıkan içsel bir itilimdir. O, zihnin huzuru bulmak için yarattığı bir yol gibidir; ancak yolun bittiği yerde huzurla değil, anlık bir tatmininle ve yeni bir yolla karşılaşırız.
İhtiyaç ise, daha sessiz ama daha berrak bir kılavuzdan gelir: Bedenden. Susadığımızda su içmek, acıktığımızda yemek yemek, özlediğimizde sarılmak, yorulduğumuzda dinlenmek... Bedenin dili açık, net ve doğrudandır. Ancak zihnin gürültüsünde çoğu zaman bu ses duyulmaz. Modern yaşam, bedenden gelen bu sade bilgeliği bastırır; yerine ne yememiz, nasıl görünmemiz, ne kadar uyumamız, kaç yaşında evlenmemiz, kaç çocuk sahibi olmamız, bankada ne kadar paramız olması gerektiğine dair öğretilmiş bilgileri koyar.
''Farkındalık'', en başta, neyin gerçekten ihtiyaç, neyin arzu olduğunun ayırdına varabilmek demek. Bu ayrımı yapabilmek, hayatı dönüştürme gücüne sahip çok güçlü bir kabiliyettir. Bu kabiliyet, kazanılabilir, geliştirilebilir veya kaybedilebilir.
Meditasyon, zihnin bu karmaşık örüntülerini görmenin en sistematik yollarından biri. Sessizce oturmak ve hareketsizce durmak, düşünceleri iteklemek değil, onların gelip geçici doğasını fark etmektir. Zihin, her türlü korkuyu, planı, pişmanlığı önümüze getirir; bizse onları fark eder ve geçip gitmelerine izin veririz. Bu gelip geçiciliği fark etme deneyiminin sayısı arttıkça, arzuların kalıcı bir mutluluk getirmediğini, sadece zihinsel bir hareketten ibaret olduğunu, o hareketin de görüp duyduklarımızın birer yankısı olduğunu idrak etmeye başlarız.
Nefes ve süreç odaklı bedensel çalışmalar - yoga, dans, nefes egzersizleri, bilinçli hareket pratikleri -, ihtiyaçlarımızı hissetmenin, yaşamdaki hareketimizin hissettiğimiz şeylerle uyumlanmasının en işlevsel yollarından. Bedenin sınırlarını keşfetmek, ne kadar açılabileceğini, ne kadar kapanabileceğini fark etmek, neyin ona nasıl etki ettiğini anlamak, onu daha iyi tanımamızı sağlar. Çok iyi tanıdığımız bir şeyin ihtiyaçlarını daha rahat gözetiriz. İhtiyaçlarını gözetebildiğimiz bir şeyle daha güvenli bir ilişki kurarız.
Arzu, gelecekle ilişkilidir; ihtiyaç ise, şimdiyle.
Arzu, eksiklik hissinden beslenir; ihtiyaç ise, bütünlüğü hatırlamaktan doğar.
Arzu, dışarıya yöneliktir; ihtiyaç ise, içeriye. Bu nedenle arzuların farkına varmak ve onların köküne inmek, hem kendi doğamızın hem de insanlığın doğasının işleyişini keşfetmek için bir çeşit arkeolojik kazı çalışmasıdır.
Arzularımızın kontrolünden çıkmak demek, onları bastırmak veya yok saymak demek değil. Aksine, onların altında yatan gerçek ihtiyacımızın ne olduğunu anlamak için onları her haliyle kabul etmek ve onları tanımak demek. Örneğin, herkes tarafından onaylanmayı ve beğenilmeyi istemek bir arzudur. Bu arzunun altında temas kurma ihtiyacı vardır. Arzunun arkasındaki doğal ihtiyacı görmek ve o ihtiyacı karşılamaya yönelik yolları araştırmak, bizi dışsal bağımlılıklardan kurtarır. Çünkü bu araştırma süreci bizi, doğal ihtiyaçlarımızı önce kendi kendimize bile karşılamadığımızı fark etmeye götürür. ''Ben kendimle temas kuramıyorsam, başkalarıyla nasıl kurayım?''
Farkındalık, sanıldığı gibi soyut bir kavram değil, oldukça somuttur. O, arzuların kökenini zihinde görebilmek; ihtiyaçların çağrısını bedende duyumsamaktır. Bu iki sesi ayırt ettikçe, yaşam sadeleşir. İnsan, kendini yönetmeyi bırakır; dinlemeye başlar. Zihin sessizleştikçe beden duyulur. O zaman hayat, ''çabalamak'' değil, ''yaşamak'' olur.
Yorumlar